Bakın bakın duydunuz mu?
“Nereye gidiyorsun, oğlum?” diye sesleniyor annem arkamdan.
Yalan yok; bir an için dönüp cevap vereyim mi diye düşündüm bu on dört ayar soruya? Cevap vermeye değer miydi peki? (Cık, cık) Kesinlikle değmezdi! İşte bu kadar! Dön kıçını, kapıyı çek ve çık evden! Bööğğ! Maillerden bunaldım iyice. Bu ne ya!
Bugün önemli bir gün! Hem de çok önemli!
-Şişşt! Oğlum nereye gidiyorsun?
– Kapat anne ya! Kapat kapıyı!
– Hava serin oğlum. Fakir fukara gibi düşmüşsün yola! Bekle de montunu vereyim.
– Annem! Kapat canım, kapat lütfen!
Gördünüz değil mi? Utanmasa çıkıp gelecek benimle mülakata. Yalnız, fark ettiniz mi dostlar, bu asansör beşten dörde inmeden yediye çıktı şimdi. Yuh yaa! Bu ne a.q.! Asansörün icadında mıyız hâlâ? Ne biçim algoritması var bunun? Basıyorum basıyorum gelmiyor bir türlü. Gelme sakın, gelme tipini sevdiğim! Sakın inme beşten dörde emi! Yap bir güzellik de geç kalalım.
…
Aaa! Tesadüfe bak! Boş geldi kabin. İlginççç! Suriyelilerle karşılaşamadığımız ender bir gündeyiz. Demek ki günümüz güzel geçecekmişşşş.
…
Asansör selfie’sini de çektiğimize göre sokaklara akmaya hazırız. Evet, hazırız diyorum çünkü siz de benimle birlikte geliyorsunuz. Ya Habibi! El Mecbur!
İnanmayacaksınız belki ama şimdiye kadarki mülakatlarım on numara beş yıldızdı! Neredeyse kendimi mülakat çalışanı olarak görmeye başladım artık. O derece yani! Resmen ağır iş yapıyoruz kardeş! Bir mülakata hazırlanmak öyle kolay mı sanıyorsunuz. Her seferinde ‘Bu sefer tamam! Şeytanın bacağını da kafasını da kırdım’ diyorum. ‘Oley be!’ diyorum, kendi kendime. Ama sonra bir bakıyorum ki sonuç; fısss!
Bende bir bahtsızlık olduğu kesin! Acaba annem mülakatlarımı abarta abarta hısım akraba tüm herkese haber verdiği için midir nedir bu başıma gelenler? Şansım bir türlü dönmedi gitti yav! Hayır bir de mülakattan sonra ‘Muhtemelen bu pozisyona sizi alacaklar’ diye dönüş yapmazlar mı bana! Her defasında nasıl da seviniyorum bir bilseniz! Ben böyle sevindirik sevindirik dolaşırken rüzgâr nereden nasıl esiyorsa birden şanscağızım yerlerde sürünmeye başlıyor. Ne mi oluyor? Elenen ben oluyorum. Elesinler elemesine de! Elenmeye karşı tiksinti bile duyamaz hale geldim artık. Kimyamı o derece değiştirdiler. Bence elenme sebebim dudağımdaki orofasiyal yarık. Bu arada tavşan dudaklı denilmesinden nefret ediyorum! Yorumlarda siz de sakın öyle demeyin tamam mı? Çocukluktan kalma tavşana dönüşme fobim var benim!
Yorumlarda buna dikkat etmenizi özellikle rica ediyorum. Havuç bile demeyin lütfen.
Eveet! İşte bu nedenle bugün siz de benimlesiniiiiz! Birlikte deneyimleyeceğimiz bu mülakat için yola düştük. Yani ben deneyimleyeceğim, siz de El Mahkûm beni izleyeceksiniz!
İşte bu kameralı kalemle görüşmenin her anı tarafımızdan kaydedilecektir. Görelim, bakalım, iki aşamasını da geçtiğim bu mülakattan da elenecek miyim şimdi? Eğer elenecek olursam size göre neleri yanlış yaptığımı bu videonun altına yorumlar kısmına yazacak olursanız çok ama çok sevinirim. Eminim burada gösterilenler sizin için de öğretici olacaktır arkadaşlar. Yalnız, farkındaysanız bu görüşmeden de hiç umudum yok gibi!
Fakat her şeye rağmen umutsuz olsam da umutsuz insanların o çökük çiğinini göremeyeceksiniz bende. Çünkü bugün sayenizde çoook neşeliyim. Art arda beş shot tekila yuvarlamış gibiyim. Özgüven patlaması yaşıyorum. Bu arada Z kuşağı! Sizi unutmuş değilim. Çiğin omuz demek abi. Tamam mı? Babaannem ‘Dik dur, hımbıllar gibi çiğinin düşmesin’ derdi bana.
İnanmayacaksınız ama heyecanlıyım biraz. Kırkıncı mülakatında bile bir insanın hâlâ heyecanlanabildiğinin ispatıyım işte. Tamam tamam farkındayım! Biraz abarttım galiba. Kırk olacak kadar da salak ya da tipsiz biri değilim. Fakat yedinci mülakat da nedir abi ya!
Taksi!
…
“Hayırlı işler. Ayazağa lütfen”
…
(30 Dakika sonra)
“Şurada, sağda inebilir miyim? Buyurun 250 lira vereyim, siz bana 20 lira verin”
…
“Teşekkürler, hayırlı işler!”
İşte geldik arkadaşlaaar! İş aramaya benim gibi taksiyle giden başka bir işsiz daha tanıyor musunuz? Tanıyorsanız yorumlara yazın arkadaşlar. Beni linçleyeceğinizi çok iyi biliyorum. Onun için şeyttireyim de fazla linç yemeyelim diye uğraşıyorum. Çünkü videomuzun odağı kaymasın sonra. Unutmayın ki asıl konu taksi değildi. Mülakattı janımmm!
Evet Ayazağa’ya geldik arkadaşalar. Taksiciyi fark ettiniz mi? Ben var mıyım yok muyum hiç iplemeden sigarasını içti herif. Neyse. Şuradan karşıya -plazanın olduğu tarafa- geçmemiz gerekecek. Terlemeden gidebilirsek hiç fena olmaz! Yaa işte böyle! Artık çok tecrübeliyim her konuda.
Bu terleme konusu çok önemli bir konudur arkadaşlar. Eğer ofis elemanıysanız bir tık daha dikkat edin derim terleme olayınıza. Çünkü ben mülakatların birini sırf bu yüzden kaybettim. Yani muhtemelen bu yüzdendir diyeyim! Zaten gerçek nedeni asla söylemeyeceklerdir size. Gerçek nedeni kendiniz bulup hatalarınızdan ders çıkarmak zorundasınız. Demek ki ben de o gerçek nedenleri hâlâ arıyorum! Her neyse o gün mülakata gitmek için taksi param yoktu. Otobüse binmiştim. İstanbul’da belediye otobüsü nasıldır bilirsiniz. Gittiğim yerde otobüs durağından şirketin ek binasına kadar yol yürüyünce, haliyle birazcık terledim. Ama öyle sırılsıklam terli değildim. Tahmin edersiniz gerisini zaten. Orofasiyal yarığım ve muhteşem ter kokumla onlara Lineer Cebir’imin, Olasılık ve İstatistiğimin ne kadar iyi olduğunu anlatmaya
çalıştım. Bir de Kürt oluşumuzu ekleyin siz. Suriyelilerden nefret eden bir Kürt! İşsizim aga, işsiz! Neyse şaka ya! Suriyeli nefretini anlamış değilim bu milletin. Baştan beri dalgaya aldığımı anlamışsınızdır herhalde.
Ahaha! Ellerime bakın. Yaklaştıkça ellerim terledi. (Kurban olaaam kaleeeem tutaaan ellereee) Yalnız şimdi fark ettim de… Benim eller fırıncı küreğine benzemiyor mu sizce de? Bu ellerle tokalaşırlar mı acaba Kendileri bilir a.q.!
Bugün sosyal medya çalkalanacak. TT olacağız bugün. Burama kadar geldi artık. Çalkalansın a.q. çalkalansın!
(10 dakika sonra İnsan Kaynakları {İ.K.}, toplantı salonu)
Arkadaşlar sizin de gördüğünüz gibi İ.K. toplantı salonunun önündeyim şu an. Bakın çok havalı görünüyor her şey. Ne de olsa teknoloji şirketindeyiz. Toplantımıza bir İ.K.’cı bir de üst düzey bir yönetici katılacakmış. Hepinize şimdiden iyi seyirler diliyorum. Bu arada nedense kafam acayip güzel hâlâ. Öyle rahatım ki! Umarım batırmam her şeyi.
“Merhabalar, hoş geldiniz! Ben Selvi Naz, insan kaynakları yöneticisiyim. Birazdan Savaş Bey gelecek. A, işte geldi bile! Ben de tam sizden bahsediyordum Savaş Bey. Şöyle buyurun lütfen, sizi de karşımıza şuraya alalım.
“Savaş Bey, çalışmak istediğiniz birimin sorumlusudur. İşe alımlarda ve işten çıkarmalarda tam yetkili olan mercidir. Yani patronun iş yerindeki gölgesidir diyebiliriz kendisi için. Başlayalım mı, ne dersiniz Savaş Bey? Okey! Başlayalım.
“İki ön görüşmeyi geçtiğinizi biliyoruz. Artık bu son aşama olmuş oluyor. İki gün sonra mail yoluyla ya da yüz yüze sonucu size bildirmiş olacağız. Elendiğinizi maille bildiriyoruz. Tekrar bir görüşme olmayacaktır. Yüz yüze aramada ise işe alındığınızı bildireceğiz. Bu durumda da işe başlama ve oryantasyon için gerekli olan bilgileri size aktaracağız. Eğer buraya kadar sormak istediğiniz bir şey yoksa biz sorularımıza geçmek istiyoruz.”
“Başlamadan önce merak ettiğim bir şey var aslında. Bu arkadaki köşede duran kamera aktif mi acaba? Toplantıyı kayda alıyor musunuz?”
“Evet toplantıları kayda alıyoruz. Çünkü gerek duyulması halinde puanlamada bize yardımcı oluyor bu kayıtlar. Ayrıca ilerisi için de lazım olabiliyor. Nasıl lazım olduğunu şöyle anlatayım. Diyelim ki şimdi sizinle anlaşamamış olsak bile üç ay sonra size ihtiyaç duyabiliriz. Başvuranları tekrar değerlendirmek ve süreci başa almak yerine elimizdeki hazır datayı kullanmayı tercih ediyoruz. Şu anda şirketimizde bu şekilde
çalışan pek çok arkadaşımız var. Buradaki her görüşme buranın malıdır. İzinsiz dışarı çıkarılamaz.
“Şimdi… Ben ön görüşmelerden az çok sizi tanımış olsam da Savaş Bey hakkınızda henüz hiçbir şey bilmiyor. Kendinizi tanıtarak ve neden şirketimize başvurduğunuzu anlatarak başlayalım. Biz sorularımıza verdiğiniz yanıtlar hakkında destekleyici ya da yargılayıcı bir tutum sergilemeyeceğiz. Tamamen özgür ve özgün düşüncelerinize ihtiyacımız var. Okey? O halde başlayalım, buyurun lütfen!”
“Çok teşekkür ediyorum. En azından bu aşamaya kadar gelebilmeyi bile başarı sayıyorum. Adım Tingüç Gümüş.
(Savaş Bey’in şaşkınlığına binaen ona dönerek)
Evet, haklısınız Savaş Bey. Değişik bir ismim var. Annemle babamın uydurması işte. Biri edebiyatçı biri felsefeci. Farklı bir isim bulmak hevesinin hayatıma etkilerinden biri de bu
isimdir. Zaten orofasiyal yarığımla ortamlarda bol bol etiketlenmem yetmiyormuş gibi bir de herkese tuhaf gelen bu ismimle uğraşıp duruyorum. Çünkü ismim herkesin dikkatini çekiyor. Ortamlarda gizlenmeye çalışan zavallı ben kalaylanmış bakır gibi parlayıp daha bir görünür hale geliyorum. İnanmayacaksınız belki ama adımı Tonguç diye düzeltenler bile oluyor. Orofasiyal yarıktan dolayı Tonguç yerine Tingüç dediğimi düşünüyorlar. Elli defa anlatıyorum. Bir anlam veremiyorlar. Bir kere de anlayın be kardeşim diye avaz avaz
bağırmak istiyorum. Her neyse. Durum böyle.
23 yaşındayım. Yazılım Mühendisliğini bitireli bir sene oldu. CV’imde gördüğünüz gibi iyi bir okuldan mezunum. Askerliğimi henüz yapmadım. Savaş karşıtıyım ama bunu yasal olarak söylemeye henüz cesaretim yok. O yüzden tecil ettirebildiğim kadar uzatmak ve kariyerime odaklanmak istiyorum.
Şirketinize başvurma nedenim hakkında şunları söyleyebilirim. Şirketinizin oyun sektöründe önemli bir marka haline geldiğini görüyorum. Büyüyen bu yapıyla birlikte ben de oyun alanında hedeflerime iyi bir kazançla ulaşmak istiyorum. Yani bunlar sizin benden duymak istedikleriniz. Aslında gerçekler tam olarak bunlar değil artık. Sizin şirketiniz müracaat ettiğim sekizinci şirket oluyor. Yani geride kalmış olan yedi tane başarısız başvurum var. Mülakat konusunda, bu bir yıl içinde ne kadar yol aldığımı ve uzmanlaştığımı gördüm. Bu mülakatların hepsi de af edersiniz ama bana kendimi bok gibi hissettirdiler. Evet siz de bu ‘Bok gibi’ sözünü not alın bence. Çünkü ileride işinize yarayabilir. Gördüğünüz gibi işe alınmaktan yana hiçbir kaygım yok. Neden mi? Gayet basit! Çünkü umudum yok. İşte böyle şu anda karşınızdayım.”
“Tingüç Bey!”
“Buyurun Savaş Bey.”
“Bence etkileyici bir giriş yapmış olsanız da mülakatımızın düzeyini düşürmeden ilerleyelim, olur mu? Normalde hemen kalkıp giderdim buradan. Ancak içimden bir ses biraz daha beklememi emrediyor bana. Ben özgün ve yaratıcı kişileri severim. Özgüveninizi gayet iyi görüyorum. Yine de hatırlatmam gerekirse bize iş başvurusunda bulunan sizsiniz. Hakkınızda karar verici biz olacağız yani. Sonucun istediğiniz yönde olabilmesi için bu fırsatı iyi değerlendirmenizi öneririm. Buyurun Selvi Naz Hanım, devam edebiliriz.”
“Tingüç Bey, yanıtları kısa olmak koşuluyla üç soru sormak istiyorum. Birincisi ‘Ben’ mi yoksa ‘Biz’ mi? İkincisi ‘İnsan’ mı yoksa ‘Hayvan’ mı? Üçüncü sorum da ‘Yerel’ mi yoksa ‘Evrensel’ mi? Cevaplarınız da bizim sorularımız gibi sade olursa seviniriz. Buyurun lütfen.”
“Selfi Naz Hanım”
“Selvi Naz ismim Tingüç Bey!”
“Bakın sizinle de aynı şeyi yaşıyoruz işte! Selvi Naz demiştim aslında. Fakat bu küçük tatlı kusurum isminizi karikatürize etti. Ayrıca sizin kulaklarınız da benimkiler gibi duyar kasmaya başlamış. O nedenle uyarınızı üstüme almayacağım.
Gelelim sorularınıza. Birinci sorunuza cevabım, şöyle olacak. Sevişirken ‘Ben’ çalışırken ‘Biz’ demek istiyorum. Hangisini daha çok tercih edersin diye sormayacağınızı düşünüyorum. Çünkü yaşamın doğal seyrinde çalıştığımız saatler seviştiğimiz saatlerden her zaman için daha çoktur. Haliyle sorduğunuz soruya şartlı olarak ‘Biz’ demiş oluyorum. İkinci soruya cevabım ise ‘Hayvan’ şeklinde olacaktır. Çünkü türcü biri değilimdir ben. İnsan bir Zoon Politikon olduğuna göre hayvanların yaşamını savunan kişi aynı zamanda insanı da savunmuş olur diye düşünüyorum. Üçüncü soruya gelince de şöyle diyelim. Ben bir Kürt genci olarak şu üç günlük dünyada Kürtlüğümü unutmadan yaşamak istiyorum. Yani yerel değerlerimizi evrensel
değerlere kurban etmek istemiyorum. Öte yandan evrenselin içinde de milliyetçi ve bölgeci, bölücü bir tonda da görünmek istemem. Zaten mülakatı Türkçe yapıyorsunuz. İyi ki Kürtçe yapmıyoruz. Çünkü ben artık Kürtçe anlıyor ama konuşamıyorum. Yani asimilasyon % 75 loading… Bilmiyorum cevaplarım sizi ne derece tatmin edecek ama benim görüşlerim böyle. Eğer izin verirseniz ben de size birkaç soru sormak istiyorum, uygun mudur acaba?”
“Tingüç Bey bizim sorularımız henüz bitmemişti ama…”
“Selvi Naz Hanım, bırakalım Tingüç Bey de sorsun sorusunu. Biraz formatımızın dışına çıkmak belki bize de iyi gelebilir.”
“Anlayışınız için teşekkürler Savaş Bey. Birinci sorum şu. Kendini beğenen biri olarak değil de kendi gücüne inanan biri olarak soruyorum bu soruyu. Şirketiniz benim gibi birine yani kendi işini kurmak üzere olan birine işini kurmaktan vaz geçirecek derece nasıl bir vaatte bulunacak acaba?”
(Savaş Bey kahkaha atar)
“Sorumun sizi neşelendirmiş olmasına sevindim. Kahkahanızdan ve Selvi Naz Hanımın esnemesinden anladığım kadarıyla ikinci soruyu sormama gerek kalmadı sanırım. Sekizinci şanlı yenilgimi de şu anda almış bulunuyorum galiba.”
“Tingüç Bey, madem iş kurabilme kapasiteniz ve böyle bir sermayeniz vardı bize neden başvurdunuz o zaman?”
“Savaş Bey iş kurabilmem elbette mümkündür. Ama bana iyi bir teklif sunacak olsaydınız bunu biraz öteleyebilirdim. Hatta belki vaz geçebilirim de. Ama mülakattan kalıp kalmadığımı öğrenmeden herhangi bir girişimde bulunmak istemiyorum. Her şey tamamen size bağlı yani.”
“Çok tuhaf konuşuyorsunuz. Karmaşık konuşuyorsunuz. O yüzden sonucu hemen size söyleyelim de siz kendi işinizi bir an önce kuruverin. Bizim yüzümüzden zaman kaybetmeyin. Yeni işinizde başarılar diliyorum. Mülakattan geçemediğinizi arkadaşlarım ayrıca mail yoluyla da resmi olarak tarafınıza bildireceklerdir. Evet şimdi söylemenizde bir sakınca yoktur herhalde ne iş yapacağınız konusunda?”
“Görüşmemiz biraz hızlı sonuçlanmadı mı Savaş Bey. Ne de olsa siz başlatıp siz bitiriyorsunuz bu görüşmeleri. Öyle ya istediği zaman savaşı başlatıp istediği zaman bitirebilme kapasitesi olan bir güçle savaşılabilir mi gerçekte. Asla! Görüyorum ki bana karşı sabrınız diğerlerinden hiç de farklı değilmiş. Siz de tıpkı diğerleri gibi biat edecek birini arıyorsunuz kendinize. Hiç beklemediğim bir üslupta ilerledik. Olsun! Canınız sağ olsun! Yaşınız gereği bana daha hoşgörülü olacağınızı sanmıştım. Demek ki gençliğiniz sınıfsal konumunuzdan azade değilmiş. Patronun şirketteki gölgesi olmak gençliğinizin önünde bayrak tutuyormuş. Aslında bu işe çok ihtiyacım vardı Savaş Bey. Üç-altı yaş arası çocuklar için geometrik yeteneklerini artıracak türden oyunlar tasarlamak gibi bir idealim vardı. Fakat anlaşılan şu andan itibaren bir YouTuber oldum sayenizde.
(Yaka cebindeki video kaydı alabilen kalemi göstererek)
Yeni işim bu artık. Tanıştığımıza memnun oldum. Hoşça kalın”
“Çok değişik biri değil miydi bu adam Selvi Naz?”
“Bana biraz bunalım biri gibi göründü Savaş Bey. İlk iki aşamada hiç böyle değildi. İyi ki yüz yüze görüşme yapıyoruz.”
(10 dakika sonra dışarıda yürürken)
Eveeet arkadaşlar. İşte gördünüz. İlk iki aşaması geçilmiş olan bir mülakattan nasıl oldu da elendim? Lütfen görüşlerinizi bu videonun altına yorum olarak yazmayı unutmayın. Bana tahammül edemediler bence. Çünkü ikinci sorumu bile sormama izin vermediler. Oysa bir çalışan olarak ya da daha doğrusu çalışan adayı olarak daha ilk andan itibaren beni işe alma yetkisi olanlarla haklarım açısından eşit düzeyde bir
iletişim stratejisi kurmaya çalıştım. Sonuç gördüğünüz gibi. Bana tahammül edemediler! Fark ettiyseniz onlar da birer çalışandılar. Biri yardakçı diğeri de yardakçının yardakçısıydı! Patronun kılıcıyla boynumu vurmaktan çekinmediler. Kölenin köle olmak istemeyen köleye kılıcıydı bu. Biraz yoruldum arkadaşlar. Başım döndü stresten. Hemen kafese konulmak işime gelmiyor. Sen iş sahibi isen ya da iş sahibinin adına yönetecek kişiysen ben de bu işe emek verecek olan kişiyim kardeşim! Yağma yok öyle! Şu yaşamdaki
en değerli şey yaşama zamanımızdır. Senin işin yürüsün diye ve sen daha çok para kazanasın diye bu dünyadaki en değerli şeyimi yani zamanımı kendi isteğimle yasalara da uyarak kısaltmayı kabul ediyorum! Ama sen bana, hayatımı parayla takas ettiğimi söylüyorsun. Hayır zamanımın bir bölümünü kiralıyorum sana! Bu bir iş anlaşmasıdır! Bana tepeden bakma anlaşması değildir! Duydunuz ey patronlar, devletler, yardakçılar ve yardakçıların yardakçıları! Dünya değişiyor! Yer mi Tingüç! Yemez arkadaş! Yemez! Yemeyecek!
Evet arkadaşlar. İş yaşamına dair bu tür videolar çekmemi istiyorsanız abone olmayı, like’lamayı, paylaşmayı unutmayın lütfen. Ben Tingüç Gümüş yeni bir videoda görüşmek üzere hoşça kalın!
(Tingüç’ün videosu sosyal medyada çok ses getirince büyük şirketlerde mülakatlar daha şeffaf ve eşitlikçi iletişim stratejisine dayalı olarak yapılmaya başlandı. Tingüç yalnızca sosyal medyadan para kazanan birine dönüşmekle kalmadı bu konuda seminerler veren önemli bir fenomen oldu. Türkiye’de iyice tanınıp da başvurabileceği şirket kalmayınca Amerika ve İngiltere’de benzer içerikler üretmeye devam etti. Üç-altı yaş aralığındaki çocuklar için eğitici videolar ve oyunlar geliştirdi.)